Filizen © 2013 | All Rights Reserved
PAMUK’UN SESSİZ KADINLARI - Mizan Edebiyat Dergisi
İlk okuduğum Pamuk kitabıKara Kitap’tı. Şaşırarak ve severek okuduğum bu kitap beni çok umutlandırmıştı. Birey ve kişiliği öne çıkaran bir kitap, kolektif bir toplumdan gelen ve işi sanat, özellikle de görsel sanat olan biri için önemli bir unsurdur. Özgür düşünebilen bir birey olmak bir sanatçı için en önemli unsurlardan biridir kanımca. Bu gün Türkiye’de birey olmak artık eskisi kadar suç olmasa da, hala daha lüks bir şey. Bu durumda Orhan Pamuk’un benim yeni kahramanım olması içten bile değildi. Bu heyecanla Onu ve de kendimi daha iyi savunmak için bütün kitaplarını okumaya karar verdim ve okudum. Ama bu okuma yolculuğu beni düşlediğimin dışında daha önce tahmin etmediğim başka bir konuya sürükledi, kadınlara, Pamuk’un sessiz kadınlarına.
Pamuk’un romanlarında, hayatın anlamı, edebiyat, sanat, ne yapmalı diyerek yeni hayatın arkasından koşan karakterler ne yazık ki hep erkek çıktı. Peki kadınlar neredeydi bu romanlarda, evet yok değillerdi, işte Nigan Hanım, Seküre Melek, Rüya, Perihan, Nermin, Nilgün. Ama erkeklere nazaran, hepsi de silik ve de gölgede kalmış karakterlerdi bunlar. Erkeklerin büyük arayışlarını aktive eden araçlar olarak kullanılmışlardı, (tıpkı bir dervişin dünyevi aşkının ilahi aşka dönüşmesi sürecinde olduğu gibi) ve çoğunun dili de yoktu. Konuşmaya ancak bir erkeğin sihirli değneği onlara değdiğinde başlıyorlardı. Cevdet Bey evlenmeden önce Nigan’ı, anne olmadan önce Perihan’ı, nişanlanmadan önce Ayşe’yi, Apo ona aşık olmadan önce Nilgün’ü tanımıyoruz. Onlar, erkekler onlari sevdikten sonra var oluyorlar ve olmaya devam ediyorlar. Erkekler gibi fatih olmaya en çok Yeni Hayat’taki Canan yaklaşıyor. O da ana karakter gibi “kitabı” okumuş ve yeni hayatın arayışı için yola koyulmuştur ve o da Mehmet/Osman/Nahit gibi aşkının peşinden gidiyordur. Ama yine de sonuçta onun yolculuğunun sonu bir erkeğe çıkacaktır, bütün diğer kadınlar gibi. Oysa fatih, derviş, ilim irfan arayışının adamları, sevdikleri halde serüvenlerinin sonunda “yalnız adam” olabiliyorlar. Cevdet Bey ve Oğulları’nın bir Muhittin karakterinin hiç bir zaman kadını yok, hatta onun evlenip evlenmedigini bile bilmiyoruz, o bir davanın adamıdır ve sonunda milletvekili olur. Bir diğer ana karakter Refik hayatın anlamını anlama yolunda karısını kaybeder. Perihan’ın onu nasıl terk ettigini de yine Perihan’dan değil onun oğlu Ahmet’ten öğreniyoruz. Tabii o bir ressam, tolere ettiği ve şişman olduğu belirtilen kiz kardeşi Melek ise sürekli yemek partilerinden bahseden ve başarılı bir avukatla evlenmiş tipik bir ev hanımıdır. Melek’in hakkında bilmemiz gereken bu, Ahmet’in sanat teorilerini, buhranlarını öğreniyoruz, bu önemli. Neden Melek ressam olamasın diye sormak istiyorum? Meleklere böyle isler verilmiyor demekki. (Oysa ressamlar ne çok melek boyadılar resimlerinde.)
Daha önce de söylediğim gibi ebedi ilm, irfan ve de aşkı sufi misali arayan erkek için geçici bir önem ve fonksiyon tasıyan kadınların isimleri bile çok hoş dogrusu, Melek, Canan, Rüya, Perihan. Bizde dünya ötesi hissi uyandırıyorlar. Bir de erkek isimlerine bakalim, Celal ( büyüklük,ululuk ), Salik ( bir yola giren mürîd), Faruk ( haklıyla haksızı ayıran ) Galip, Metin, vb. Evet kadınlar, anne olarak var olabilirler, sevgili ve eş olabilirler ama bir “rastignac” bir fatih olamazlar, olmuyorlar Pamuk’un kitaplarında. Benim gibi bir okura ne yapmak düşüyor o zaman?! Konuyu, “batı ile ilişkinizden biraz şüpheli olsamda ve de geleneksel Türk yazarının okuruna karsı öğretici ve babacan tavrına karşıt olan tutumunuz sonuçta yine onların yaptığını tekrarlıyorsa da olsun, kadınları arka plan da tutsanız da, bireyi öne çıkarmanız çok önemli bir işti” diyerek geçemiyorum.
Evet bilgisi geniş ve kendisi akıllı bu erkek yazarımızın kitaplarındaki dünyada bir erkek dünyası. Bölüm baslarındaki diğer büyük erkek yazar, düşünür ve de alimlerden yaptığı alıntılar da bunu kafama tekrar tekrar vuruyor. Demek hiç bir kadın ona esin kaynağı (ya da ilham perisi) olmamış. Kendini sesiyle kurtaran bir Şehrazat bile yok! Bu beni hayal kırıklığına uğratıyor, kadınlarda gördüğü sadece bu mu diye düşünüyorum; bir toplumun içinde yaşayan biri, evet günde on saat yazıp pek dışarı çıkmıyormus- ama yaşadığı toplumu çok iyi bir duyarlılıkla gözlemlediğini yine kitaplarında açıkça gördüğümüz biri nasıl oluyor da karşı cinsini bu kadar dar bir çerceveye sokup, onları klişe bir şekilde bize sunuyor. Toplumun ve onun gerçeği bu mu diyelim, buna da inanmıyorum; ben bu kadınların pek azıyla, pek az bir şekilde özleştirebilirim kendimi, eğer kendimi zorlarsam. Bundan anne ya da eş olmak istemediğim anlaşılmasın; benim istediğim, bir kişinin var olan tüm renkleriyle yansıtılmasıdır. Oysa kadınlara sadece siyah ve beyaz düşüyor Pamuk’un kitaplarında, olsa olsa en fazla monokromatik bir renk olabilir. Halbuki bizi de en azından kırmızıya boyayabilirdi, suç aletimiz elmanın kırmızısına, bakirliğimizin kırmızısına, vücudumuzun ayı takip etmesinin kırmızısına ve de erkeklerinki gibi kırmızı olan kanımıza boyayabilirdi bizi de.
Belki de Pamuk kitaplarını benim için yazmıyordur. O zaman yapacak tek şey kalıyor, oturup kızı Rüya’nın genç kız olmasını beklemek. Iyi ki yazarın oğlu değil de kızı olmus! Ne de olsa bir çocuk çocuktur, kız da olsa, biyolojik cinsiyetinin dışında bir cinsiyet edinmemistir henüz, toplum ve kültür onun cinsi kişiliğini biçimlendirmemiştir ve bu yazara iyi bir fırsat verebilir. Bir kızın da istekleri, idealleri olacağını, erkeklerin onlara verdiği kisiliğin dışında da bir kişilikleri olduğunu görebilir ve bu bize positif ve çok boyutlu kadın karekterleri getirir diye umuyorum.
Evet şimdi oturup bu Rüya’nın gerçekleşmesini bekliyelim, büyü Rüya büyü!
Filiz Cicek, Indiana University, Bloomington, USA 1998©