Filizen © 2013  |  All Rights Reserved

 

                          filiz.cicek@gmail.com


FILIZen

Hiçlikten Varlığa Kadın Sanatı

Dr. Filiz Cicek's interview with Judy Chicago in May 2010 in Indiana University, Bloomington, published in Turkish in Cumhuriyet Newspaper Sunday Issue./Dr. Filiz Çiçek’in Judy Chicago ile Mayıs 2000 tarihinde, İndiana Üniversitesi, Bloomington, ABD’ de yaptığı Röportaj. Cumhuriyet Gazetesi Pazar Dergi Eki, Sayı: 740, 28 Mayıs 2000, Sayfa: 10-11 ©


Amerika'da Feminist Sanatın yaratıcılarından ve günümüzün en çok tartışılan sanatçılarından Judy Chicago'nun The Dinner Party/Yemek Ziyafeti  yapıtı Newsweekdergisi tarafından bin yılın en çok tartışılan 10 sanat eseri arasında gösterildi. Judy Chicago, 20 Temmuz 1939'da Chicago Illinois'de dogdu. 1962 California Üniversitesi Sanat Bolümünü bitirdi. 1964 California Üniversitesi Sanat Bölümü Master Programını tamamladı. 1970 Fresno Üniversitesi'nde ilk Feminist Sanat Programını kurdu. 1971'de Miriam Schapiro ile birlikte California Güzel Sanatlar Enstitüsünde Feminist Sanat Bölümünü, 1973'te Arlene Raven ve Sheila De Brettville ile birlikte, Los Angeles'ta halka açık ilk Feminist Sanat Bölümünü oluşturdu.

​1974-79 Yemek Ziyafeti adlı kadın tarihine adanmış ilk anıtsal yapıtı yüzlerce gönüllünün de yardımları ile tamamladı. Yemek Ziyareti'ni altı değisik ülkede milyonu aşkın izleyici gördü. Yapıt Amerikan Senatosu da dahil olmak üzere Amerika'da büyük tartışmalara yol açtı. 1980-1985 Doğum Projesini tamamladı. Amerika'nın değişik yerlerinden Chicago'ya gelen sanatçılar yapıtın tamamlanmasına yardım ettiler. Eser 100 değisik yerde sergilendi, değisik müzeler tarafindan satın alındı. 1996 Chicago Artur ve Elisabeth Schlesinger Kütüphanesi Kadın Tarihi bölümünde yer alan ilk yaşayan kadın sanatçı oldu. Fotoğrafçı Donald Wodman ile birlikte üzerinde çaliştığı
Holocaust Projesi: Karanlıktan Aydınlığa  adlı yapıtı Chicago Spertus Müzesinde sergilendi.

Dr.
Filiz Çiçek: Modernist/Formalist (şekilci) bir sanatçı olan Judy Chicago nasıl feminist bir sanatçı oldu?

Judy Chicago: Politik bir bilinçle yetistirildiğim için her zaman feministtim. Cinsel ayrımcılıkla kolej yıllarında ilk karşılaştığımda bunu hemen tanımlayabildim. Genç bir sanatçı olduğum yıllarda önde olan modernist/şekilci gelenek doğrultusunda sıkı çalışırsam, kadın-erkek ayrımının üstesinden gelebileceğimi, cinsiyetime rağmen yaptıklarımın değerini bulacağını düşündüm.

​Fakat, on yıl süren bir mücadelenin ardından kendimi kandırdığıma, gerek sanat dünyasında, gerekse yeryüzündeki insanların çoğunun yaşamlarının cinsiyet kavramı ile şekillendirildiğine karar verdim. O andan itibaren cinsiyetle ilgili konular sanatımın odak noktası haline geldi. İşte o zaman feminist bir sanatçı oldum. Fakat, cinsiyetin feminist sanatın tek temasını oluşturduğuna inanmadığımı da belirtmek isterim. Feminist bir perspektifle yaklaşarak herhangi bir konuyla çalışılabilir.

FÇ: Feminist sanatın ne olduğunu anlatabilir misiniz?

JC: Aaa, işte esas soru bu, ben bu ifadeyi kullanmaya başladığım 1970'li yılların başından beri bu soruya tatmin edici bir yanıt vermeye çalıştım. O zamanlar, feminist sanatı dişilikle ilgili konuların sansür edildiği sanat olarak algılıyordum. Fakat, pek tabii, dişilikle ilgili konular neleri kapsar diye sorulabilir? 1970'lerde bu basit bir soru idi. Çünkü biz Amerikan kadınları cinsiyeti kimliğimizin önde gelen bir yanı olarak görüyor ve ırk, etnik özellikler veya cinsi tercihlerin daha çok olmasa bile, en az cinsiyet kadar zorlayıcı etkenler oldugunu savunan kadınlara karşı sabırsız bir tutum sergiliyorduk. Şimdi dişilik deneyiminin çok yönlü olduğunu, bunların tümüne sahip çıkmanın feminist sanatı oluşturduğunu anlıyorum. Amerikan sanat dünyası feminist sanatı 1970'lerde ortaya çıkan ve şimdi geçmişte kalmış olan birşey olarak görmekle buna çok kısıtlı bir tanım getiriyor. Fakat, dünyayı dolaştıkça, genç kız ve kadınların, belirli kültürlerin insanları olarak kendi perspektiflerine dayanarak sanat yarattıklarini görüyorum. ...Asırlar boyunca kadınlar sanatkâr olabilmek için, gereken eğitimi alamadılar. Bazı ülkelerde bu halen böyledir. Fakat, dünyada kadınlara sanatkâr olabilmek için olanak sağlayan ülkelerde bile kadınlar önce erkekleri ve onların sanatını taklit etmekte, kendi formlarını yavaş yavaş keşfedip zaman içinde ortaya koymaktadırlar. Ancak o zaman, kadın olarak kendi deneyimlerinin de sanatın önemli bir temasını oluşturabileceğini farketmektedirler, bu feminist sanatın baslangıcı olmaktadır. Tema ve perspektif sanata birlikte feminist bir karakter kazandırır...

FÇ: Siz zamanımızın en çok tanınan sanatçılarından birisiniz. Buna rağmen başarınızın uzun süre kalıcı olacağına inanmıyorsunuz; bunun nedenini açıklayabilir misiniz?

JC: Daha önce de belirttiğim gibi, insanlık tarihinin yeni bir döneminde bulunuyoruz. Dünyanın birçok yerinde kadın sanatçılar kendi deneyim ve perspektiflerini kullanarak eserler üretebiliyor. Fakat, uluslararası sanat dünyası kadınların sanatını, kendilerine özgü tarihsel bir süreç içinde değil,
sadece çoğunluğunu erkek sanatçıların oluşturduğu bir sanat tarihi sürecinde bazı kadın sanatçıların ürettiği eserler olarak algılıyor. Bundan da öteye, tarih sürecinde kadınlar konusunda inceleme yaptığınızda, kadın sanatçıların yetiştiği dönemlere rastlarsınız. Fakat, bunların eserleri, çoğu zaman on-yirmi sene içinde silinip yok olmuştur. Bu yok olma süreci, erkek ve kadın sanatkârlar ile eserleri kendi dönemleri içinde birbirinden bağımsız olarak değerlendirilmedikçe devam edecektir.

Kadın sanatçıların eserleri, erkek sanatçıların eserleri arasında görünmezliğini korudugu sürece her kadın sanatkâr silinip yok olmak tehlikesi ile karşı karşıyadir. Zira, sanat tarihinin konusunu oluşturan erkek sanatçı geleneğinde çok az kadın sanatçıya yer vardır.

Sanat tarihinin bir parçası olarak kabul edilebilmek için kıstas, sanatçının eserlerinin erkek geleneğine ne derece uyum sağladığına bağlıdır. Benim eserlerimin özündeki amaç yalnız kadın geleneğini yansıtmak değil, aynı zamanda benden sonra yetişecek olan kadın sanatçılar için bir temel oluşturmaktır. Kadınlar kendi geçmişlerine, bu geçmişe ses veren sanatçılara ve kadınların kadın olarak edindikleri deneyimlere (her yönüyle) değer vermeye başlamalıdır.


FÇ: Bir sanatçı olmanın yanı sıra, yazmış olduğunuz sekiz eseriniz var, bu faaliyetinizi sanatçı yönünüzle nasıl bağdaştırıyorsunuz?

JC: Benim gençliğimde sanatçıların entelektüel bir uyuşukluk içinde görünmeleri moda idi. O günlerde sanatçının fikirlerinin duyulması değil, eserlerinin ne gösterdiği önemliydi. Ben de buna uymaya çalıstım. Fakat, 1970'lerin başında, bana hem kadın hem de sanatçı olamayacağımı söylemek isteyen bir sanat dünyasının bende yarattıı karmaşayı ifade etmek zorunluluğunu hissettim. O sıralarda yazar Anais Nin'le tanıştım ve o beni yazmaya zorladı. 1975'te Through the Flower: My Struggle as a Woman Artist/Çiçek İçinden: Kadın Bir Sanatkâr Olarak Verdiğim Uğraş yayımlandı. Bu ilk özgeçmişim dünyanın birçok yerinde basıldı.

Birçok kadın yazardan esinlenmiştim. Ben de başkaları yararlanır ümidiyle deneyimlerimi yazıya dökmek istedim. Bu kadar çok şey yazacağım önceden hiç aklıma gelmemişti; ama yazmış olmaktan çok memnunum.

​FÇ: En çok The Dinner Party/Akşam Yemeği Ziyafeti adlı eserinizle tanınıyorsunuz- Geçmişteki kadınlarla ilgili tarihi bir eser üzerinde altı yılçalışmaya nasıl karar verdiniz?

JC: Kolejde öğrenci iken, The Intellectual History of Europe/Avrupa'nın Entelektüel Tarihi, konulu bir ders aldım. Saygın bir tarihçi olan profesör bize en son derste kadınların bu konudaki katkılarını anlatacağına dair söz verdi. Bütün bir dönem bunun için bekledim ve nihayet son ders geldi. Profesör derse geldi ve ''Kadınlarin katkısı mı? Hiç!'' dedi. Bu olumsuz değerlendirme beni gerçekten kahretti. Zira ben sanat tarihine katkıda bulunmak isteyen genç bir kadın idealisttim. Benden önce bunu yapan kadınlar olmamışsa ben nasıl bir ilk olacağımı farzedebilirdim? On yıllık bir uğraş sürecinden sonra, ciddi bir sanatçı oldugumu kanıtlamak amacıyla tarihi incelemeye ve profesörün sözlerini araştırmaya karar verdim. Sanat alanında kadınların faaliyetleri ile ilgili çeşitli belgeleri bulup çıkarmam uzun sürmedi ve kadınların insanoğlunun tüm ilgi alanlarında rol oynamış olduklarını gördüm.

Daha fazlasını buldukça, hem kendimin hem de profesörün sözlerini sorgulamamış olan arkadaşlarımın yıllarca böyle bir yalana inandırılmış olmasına giderek daha çok kızmaya başladım. Bu nedenle, kadınların başarılarını ön plana çıkarmaya karar verdim. Sonuçta değisik malzemelerin ve tekniklerin kullanıldığı, anıtsal bir eser olan, 1 milyon kişinin gördüğü Yemek Ziyafeti ortaya çıktı. Birçok kimse banaYemek Ziyafeti'nden sonra yaşamlarının değiştiğini belirtti. Özellikle 1980'de Brooklyn Müzesi'nde sergilenmesinden sonra Yemek Ziyafeti etrafında geliştirilen tartışmalara tamamen hazırlıksızdım. Başlangıçtan itibaren, yapılan eleştiriler ile ziyaretçilerin tepkisi arasında çarpıcı bir ayrılık vardı.

Carol Duncan, Modern Sanatlar Müzesi: Bir Erkek Dünyası adlı eserinde şöyle diyor: Modern sanat tarihi çok açık ve ustaca, erkeklere ayrıcalık tanıyacak biçimde inşa edilmiş bir yapıdır... Kadınların sanat tarihinden dışlanmasına neden olan sadece önyargılı müze idarecileri (ki bunlar diğer kimselerden daha fazla önyargılı olmaz) değildir. Kadınların, kadın olarak sanat ortamında bir yere sahip olabilmek için böylesine güçlü otoriter bir geleneğe karşı koymaları kolay bir iş değildir... Tüm sanat dünyası, sanat okullarıyla, eleştirmenleriyle, satıcılarıyla erkek sanatçılar dışında (birkaç ''istisna'' ile) her şeyin varlığını yok sayacak bir şekilde yapılanmıştır.

FÇ: Bugün çagdaş sanatta çoğunlukla sanatçı ile kitle arasında bir uçurum var. Fakat sizin eserlerinizde seyirciyi etkileyen bir 'unsur' bulunuyor. Şimdiye kadar çok önemli erkek sanat eleştirmenlerinden bazıları gösterilen tepkileri önemsemediler. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

JC: Bu ilk önce, geniş bir kitlenin estetik yargı verebilecek nitelikte olmadığı gerekçesiyle eleştirmenler tarafından küçümsendiğini göstermektedir. Hayır, bu böyle olmamalı, zevk sahibi olarak ortaya çıkan eleştirmenler onlara neyin güzel oldugunu ''söylemelidir.''

​Fakat sorun su: İyi sanatın ne olduğuna ve hangi kriterlere göre öyle olduğuna kim karar verir? Asırlar boyunca sanatın uygulanması, eleştirisi ve yaratımı erkeklerin elinde olmuştur. Ancak yakın zamanlarda, yeterli sayıda kadın sanatçı, hemen hemen tümü erkek sanatçıların hegemonyasında olan sanata meydan okumaya baslamıştır. Buna rağmen, sanat tarihi bize birtakım değerleri miras olarak birakmıştır ki bunların tümünün kadınların yarattığı eserleri değerlendirmek için uygun olduğu söylenemez.

Feminist sanatı layıkıyla değerlendirebilmek için biçimselliği içerige göre ön planda tutmayan yeni standartlar geliştirmek gerekir. Aynı şekilde, önemli sayılan sanat erkeklerin beğendiği sanattir. Ben şimdi birdenbire kadınlar açısından önemli olan bir sanat yapıyorum. Kadınlar önemli midir? Erkek eleştirmenlerin ziyaretçilerin tepkisini önemsememelerinin arkasında bu düşünce vardır. Veya kadınlardan beklenen, erkeklere özgü eserlerle ilgilenmek ve onların takdirini kabul etmek midir? Bizim kendimize özgü bir sanata sahip olmamıza izin verilemez mi? Ziyaretçilerle eleştirmenlerin eserimle ilgili tepkileri arasındaki uçurumun nedeni olan sorunların bazıları bunlardır.

FÇ: Eserlerinde feminist akıma yer veren erkek sanatçılar hakkında neler düşünüyorsunuz?

JC: Bu cidden ilginç bir soru. Benzer bir diğer soruna değinmek dışında nasıl cevap vereceğimi tam olarak bilemiyorum. 1970'li yılların başında, Mensturasyon Odası adlı Batı Sanatı'nın en eski zamanlarında kadınların aybaşı olayını tasvir eden bir taşbasması resim ve bir düzenleme yaptım. Yirmibeş yıl sonra bu Oda'yı bir sergide tekrar düzenlemem istendi. Bunu hazırlarken, kadınların mensturasyon olayının sanattaki yeri hakkında bir belgesel hazırlamakta olan Kanadalı bir ekip benimle bir röportaj yaptı. Onlar bana bu konuda çalısan bazı erkek sanatçılar olduğunu ve bunun hakkında ne düşündüğümü sordular.

O zamanlar ne düşündüğümü gerçekten bilmiyordum. Bir taraftan, eğer kadınların yaşadığı bu olaya insanoğlunun evrensel bir deneyimi olarak bakılacaksa o zaman, pek tabii, bu hem erkekler ve hem de kadınlar için bir tema oluşturabilmeliydi. Elbette, ilk defa erkeklerin canlandırdığı konularla kadınlar da ilgilenmişlerdir.

Diğer taraftan, feminizmle ilgili konularda kadınlar dışlanıyor, erkekler ödüllendiriliyorsa, o zaman bu bir tür yamyamlıktır, -kadınlarla ilgili bir konuyu erkeklerin kendi yararlarına kullanmaları- bu yanlıştır.

Joseph Beuys ile ilgili bir hikâye dinlemiştim. New York'ta iken ünlü kadın sanatçılarla tanışmak ister. Bir araya geldiklerinde, Beuys onlara destek olduğunu belirtmek için nasıl yardımcı olabileceğini sorar. Faith Ringgold, bir an bile tereddüt etmeden,''Arkamıza geçip itin'' diye cevap verir.

Faith'in bu sözünü ben de desteklerim; erkeklerin feminist akıma arka çıkmaları onların kadınları ilgilendiren konulara kendi çıkarları için el atmaları demek değil, aksine, sanatta kadınlara eşitlik sağlamakta yardımcı olmaları anlamına gelir.

FÇ: Bazı post-modernistler feminizmi sorunlu görmekte ve hatta bazıları bunu artık geçmise mal etmektedir. Sizce feminizm amacına ulaşmış mıdır? 21. yüzyılda bir kadın olmak nasıl olacaktır?

JC: Bir insanın dünyası evrenin küçük bir parçası olarak kabul edilirse zannederim feminizm amacına ulasmıştır. Yine de 20. yüzyılın başında çok az kadına oy hakkı tanınmıştı, fakat şimdi, 21. yüzyılın başında birçok kadının oy kullanma hakkı vardır. Ancak, dünyada cahil olan insanların üçte ikisi kadındır ve kadınlar işlerin yarısından fazlasını yapmalarına rağmen dünya değerlerinin yarısına sahiptir. Bu durum değişinceye kadar herhangi bir kimsenin feminizmi nasıl geçmise mal edebileceğini anlayamıyorum.

Aslında, insanların önündeki en büyük sorun, erkeklerin egemen oldugu bir ortamdan kurtulup, insanoğlunun eşit hak ve olanaklara sahip olduğu bir dünya yaratabilmektir. Kanımca, en ateşli bir post-modernist bile bunun gerçeklesmiş olduğunu iddia edemez.

Bu arada, sanat, kadın ve erkeklerin evrendeki yerini anlamak ve bu konuda daha bilinçli olmak için kullanabilecegimiz güçlü bir silah olabilir. Sanat yoluyla birbirimizin ruhuna nüfuz edebiliriz.


Cumhuriyet Gazetesi Pazar Dergi Eki, Sayı: 740, 28 Mayıs 2000, Sayfa: 10-11 ©